Allah[1] adı, Yüce Yaratıcı’nın diğer bütün isimlerini kapsar. Bu yüzden el-Esmau’l-hüsnâ olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu ada dayandırılır. Bu nedenle “Rahmân, Rahîm, Azîz, Gaffâr, Kahhâr Allah’ın adlarındandır deriz.” Ama “Allah, Rahmân’ın adlarındandır” demeyiz. Yüce Allah şöyle buyurur: “En güzel isimler Allah’ındır.” [2]
Kur’an ve hadislerde geçen veya geçmeyen bütün güzel isim ve sıfatlar Allah’a izafe edilir. “Allah” lafzı, Yaratıcı’nın bütün isim ve sıfatlarını içinde toplayan bir isimdir. Kalbi, bu ismi hakkıyla bilecek genişlikte olan ve kulluk görevlerini tam bir saygı ve içtenlikle yerine getirerek, sevginin zirvesi sayılan kulluk hakkını veren kimse, hiçbir insana muhtaç olmaz; insanların en zenginleri arasında yer alır.[3] Lisan-ı hâli ile şairin söylediği şu dizeleri söyler:
Hiçbir malım olmadan bütün insanlardan zengin oldum
Zira en üstün zenginlik, mal ile değil ondan uzak durmakladır.
Muhtaç olmamak her ne kadar büyük öneme sahip olsa da beraberinde büyük tehlikeler de taşımaktadır. Bu tehlikelerin başında, muhtaç olmadığını düşünerek büyüklenmek ve haddini aşmak gelmektedir. Birçok ülke ve zengin kimse bu yüzden zenginliklerini kaybetmiş ve yıkılarak yok olmuşlardır. Böylece onlar gerçek zenginliğe değil sadece gölgesine sahip olmuşlardır. Zenginlik onlara, uykuda görülen ve uyanınca kaybolan anlık bir rüya gibi gelmiştir.[4]
“Allah” Adının Bütün İsim ve Sıfatları Kapsaması
“Allah” adı bütün güzel isimleri ve üstün sıfatları içine alır. Bu ad, Yüce Yaratıcının zâtî, sübûtî, fiilî bütün sıfatlarına delalet eder.[5]
Allah’ın zâtî sıfatları, kemâl sıfatlarıdır. Herhangi bir eksiklik ve kusuru yoktur. Hiçbir varlığa benzemez. Allah’ın diğer isim ve sıfatları bu yüce ada izafe edilir. Âyette belirtildiği gibi “En güzel isimler Allah’ındır.” [6] Rahmân, Rahîm, Kuddûs, Selâm, Azîz, Hakîm, Allah’ın adlarındandır deriz. Ama “Allah”, ne Rahmân’ın ne de Azîz’in veya bir başkasının isimlerindendir demeyiz.
Bu da gösteriyor ki, “Allah” adı el-Esmâ-ü’l hüsnânın bütün anlamlarını özetle içine almaktadır. Diğer ilâhî isim ve sıfatlar bu adın ayrıntıları ve açıklamalarıdır. Bu, “Allah” adının tapınılan ve kulluk edilen olduğunu gösterir. Bütün varlıklar O’na sevgi, saygı, ümit ve korku ile tapmaktadır. İhtiyaç ve felaket anlarında O’na yönelmekte, O’ndan kurtuluş beklemektedirler.
Bu durum O’nun iktidarını, ilâhlık ve merhametini gerekli kılmaktadır. Allah’ın ilahlığı, Rabliği, merhametliliği ve iktidarı bütün kemâl sıfatların varlığını zorunlu kılmaktadır. Çünkü diri ve canlı olmayan (Hay), işitmeyen, görmeyen, gücü yetmeyen, konuşmayan, dilediğini yapamayan, ne yaptığını ve nasıl yapması gerektiğini bilmeyen bir kimsede kemâl sıfatlarının bulunması mümkün değildir. Yüce ve güzel (celâl ve cemâl) sıfatların hepsi “Allah” ismine has sıfatlardır.
Fiilî ve kudret sıfatları, fayda veya zarar verme, bol veya az verme, dileğini gerçekleştirme, güçlü olma ve varlıkları yönetme ise “Rab” ismine has sıfatlardır.
İhsan sıfatları, iyilik, cömertlik, sevgi ve şefkat, merhamet ve lütuf, yumuşaklık gibi sıfatlar da “Rahmân” ismine has sıfatlardır.
Rahmân adının özelliği merhamet/esirgemedir. Rahîm ise kullarına merhamet eden, onları esirgeyendir. Bu yüzden Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “O, mü’minleri çok esirgeyicidir.” [7], “O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.” [8] Âyetlerin orijinalinde, daha geniş anlamlı ve nitelenen bütün sıfatları kendinde toplayan “Rahmân” kelimesi yerine “Rahîm” kelimesi geçmektedir. Çünkü Rahîm, Rahmân’dan daha öte ve özel bir anlam ifade etmektedir.[9]
“Allah” Kelimesinin Kökeni
“Allah” kelimesinin kökeni ve hangi kelimeden türediği konusunda dil bilginleri büyük bir ayrılığa düşmüşlerdir. Bu kelime türetilmiş midir? Türemiş ise “elehe”den mi, “ve-le-he”den mi yoksa “lâ-he”den mi türetilmiştir?[10]
Dil bilginleri bu konuyu tartışa dursunlar, yeryüzünde bulunan herkes, âlim-cahil, kelimelerin kökenini ve türevlerini bilen-bilmeyen, Arap olan-olmayan herkes, “Allah” adının âlemlerin Rabb’i, gökleri ve yeri yaratan, yaşatan ve öldüren, her şeyin Rabb’i ve yöneticisi olan gerçek varlığın adı olduğunu bilmektedir. İnsanlar “Allah” adı ile, yukarıda saydığımız bütün bu anlamların kastedildiğini bilmekte ve bunda herhangi bir ayrılığa düşmemektedirler. İnsanlar tarafından bu ad, diğer bütün adlardan daha fazla tanınmaktadır. Dil bilginleri de kelimenin kökeni konusunda ayrılığa düşmekte ancak anlamı konusunda herhangi bir ayrılığa düşmemektedirler. “Allah” lafzının aynı anlama delalet ettiği konusunda görüş birliği içindedirler. Tartışma, kelimenin nereden türediği ve lafzın manaya delaleti konusundadır. Bu konudaki tartışmanın, kelimenin anlamı üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır.[11]
“Allah” Adı Türememiştir; Türediğini İddia Etmenin Amacı Nedir?
es-Süheylî ve hocası Ebû Bekir b. el-Arabî, “Allah” adının herhangi bir kök kelimeden türemediğini iddia eder ve derler ki: “Türemek, kendisinden türetilen bir maddenin var olmasını gerektirir. Halbuki “Allah” adı kadîm (öncesiz) dir. Öncesiz olanın da türetilecek bir maddesi yoktur. Böylece türeme imkansız olmaktadır.”
Eğer türeme ile bu anlam kastedilmekte ve onun başka bir asıldan geldiği iddia edilmekte ise, kuşkusuz bu iddia geçersizdir. Ancak “Allah” lafzının türediğini iddia edenler böyle bir anlamı kastetmedikleri gibi bunu ima bile etmemektedirler. Bu adın Alîm, Kâdir, Ğafûr, Rahîm, Semî’, Basîr gibi esmâ-i hüsnâda geçen diğer adlar gibi Allah’ın ilahlık sıfatına delalet ettiğini söylemektedirler. Bu isimlerin de bir kök kelimeden türedikleri, kadîm (öncesiz) oldukları ve bir asıl maddelerinin olmadığı kuşkusuzdur. Peki, bu isimlere ne cevap vereceksiniz? “Allah” adının türediğini iddia edenlerin es-Süheylî ve hocasına verdikleri cevap işte budur.
Sonuç olarak; türemekten kastımız lafzın kök kelimeden gelen ana kaynağıdır. Bölümlerin asıllardan türediği gibi anlamın da bu kök kelimeden türediği kastedilmemektedir. Dilbilimcilerin kök ve türetilen kelimeyi asıl ve ikincil olarak adlandırması, birinin diğerinden türemesi anlamında değil; sadece birinin diğerinin anlamını ve daha fazlasını kapsaması itibariyle böyle adlandırmışlardır.
Dolaysıyla buradaki türeme maddî anlamda bir türeme değil, zorunlu anlamda bir türemedir. Kapsayan (Allah), türetilen; kapsanılan ise (daha önce belirttiğimiz kök kelimeler) kendisinden türetilen olarak isimlendirilmiştir. Bu anlamda Allah’ın isimlerinin kök kelimelerden türetilmesinde bir sakınca yoktur.[12]
“Allahümme” Kelimesinin Anlamı
“Allahümme” kelimesinin “Ya Allah / Ey Allah’ım” anlamında olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur.[13] Bu yüzden istek dışında bir yerde kullanılmaz. “Allahümme Ğafûrun Rahîm” denmez; İğfir-lî ver-hamnî” denir. Dilbilimciler “Allahümme” kelimesinin sonundaki şeddeli mim konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ünlü dilbilimci Sîbeveyh, bu mim’in başa gelmesi gereken “Ya” ünlem işareti yerine geldiğini söyler. Bu yüzden O’na göre her iki harfin (Ya ve Mim) bir kelimede yan yana gelmesi caiz değildir. O’na göre “Yâ Allahümme” denilmez. Eğer gelirse de bu istisna bir durum sayılır. Yine O’na göre “Allahümme” kelimesi nitelenemez. Yani “Ya Allahümme’r-Rahîm” denilmez; “Allahümme’r-hamnî” denilir.
el-Ferrâ gibi bazı dilbilimciler de kelimenin sonundaki mim’in hazfedilen bir cümlenin yerine geldiğini söyler. O’na göre “Yâ” ünlem harfi, “Allahümme”nin başına gelebilir ve “Ya Allahümme” denilebilir.
Basralı Dilbilimcilerin Cevabı
Basralı dilbilimciler bu iddialara birçok yönden cevap vermişlerdir. İşte cevapları:
1- Öncelikle bu değerlendirmelerin herhangi bir dayanağı ve delili yoktur. Delil olmadan bu tür iddialar ileri sürülemez. Burada aynı zamanda kıyasa da yer yoktur.
2- Dil kurallarında asıl olan, hazfın olmamasıdır. Bu kelimede birçok hazfedilen kelime veya cümlenin var olduğunu iddia etmek asıl kurala aykırıdır.
3- Eğer iddia doğru kabul edilirse, bu kelimeyle dua eden, dua yerine kendisine veya başkasına beddua etmiş olabilir. Bu yüzden kelimede gizli takdir olduğunu söylemek doğru değildir.
4- Araplar arasında yaygın olan doğru kullanım, “Yâ” ünlem harfi ile “Allahümme” kelimesinin birarada kullanılmamasıdır. Eğer kelimenin aslı, el-Ferrâ’nın iddia ettiği gibi ise ikisinin bir arada kullanılmasında bir mani yoktur. Hatta böyle kullanılması daha doğru olur. Ancak gerçek böyle değildir.
5- Dua edenin “Allahümme emmenâ bihayr / Allah’ım! Bizi hayırda önder kıl.” demesinde bir mani yoktur. Eğer takdir onların iddia ettiği gibi olsaydı, böyle dua edilmesi caiz olmazdı. Çünkü bu durumda bedel ve yerine gelen kelime bir arada bulunmaktadır. Dil kurallarına göre bu caiz değildir.
6- Bu isimle dua edenin aklına böyle şeyler gelmez. Çünkü dikkatini tamamıyla Allah’ın adından sonra istediği şeylere verir.
7- Eğer “Allahümme”nin takdiri söylendiği gibi olsaydı o zaman “Allahümme” tam bir cümle olur ve üzerinde durulduğunda bir anlam ifade ederdi. Zira bu durumda çağırılanın adı ve talep fiilini içermektedir. Oysa gerçek böyle değildir.
8- Eğer belirtilen takdir doğru olsaydı, sadece emir fiilin yazılması yeterli olur ve çağırılanın adına gerek kalmazdı. Tıpkı “Ya Allahu kıh/Ey Allah’ım! Koru”, “Ya Zeydu îh/Ey Zeyd! Anla”, “Ya Amru fîh/Ey Amr! Konuş” denildiği gibi. Burada fiil, kendisinden önceki isme bitiştirilmediği için yazıda tek bir kelime olarak yazılmamıştır. “Allahümme”nin sonundaki mim’in Allah ismine bitiştirilmesi, onun bağımsız bir fiil olmadığını göstermektedir.
9- Dua ederken kulun “Allahümme emmenî bi kezâ/Ey Allah’ım bana şunlarla yönel” demesi güzel değildir. Çünkü bu hem lafzen hem de mana olarak pek hoş karşılanmaz. Sık unutan veya kelimeleri karıştıran kimseler ancak böyle diyebilirler. Oysa sadece iradesiyle iş yapan, asla şaşırmayan ve unutmayan kimseye “Bana şunlarla yönel” denmez.
10- “Allahümme” kelimesinin, kendisinden sonra dua ve talebin olmayacağı yerlerde kullanılması daha güzeldir. Hz. Peygamber’in şu duasında olduğu gibi: “Ey Allah’ım! Sana hamd olsun. Yalnız sana şikayet yapılır. Sen yardım edensin, yalnız senden yardım dilenir. Yalnız sana güvenilip dayanılır. Senden başka hiçbir güç ve kuvvet sahibi yoktur.” [14] Hz. Peygamber, bir başka yerde ise şöyle dua eder:
“Ey Allah’ım! Seni, arşını taşıyanları, melekleri ve bütün yaratıklarını şahit tutarak sabahladım. Sen gerçekten Allahsın. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen teksin, ortağın yoktur. Muhammed de senin kulun ve elçindir.” [15]
Kur’an’da da bu kelimeden sonra talep gelmemiştir. İşte buna örnek; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye güç yetirensin.” [16]
“De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşehade edileni bilen Allah’ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin.” [17]
Hz. Peygamber’in rükû ve secdede söylediği şu duada da “Allahümme” kelimesinden sonra talep zikredilmemiştir: “Sen ne yücesin! Ey Allah’ım! Ey Rabb’imiz! Sana hamd olsun. Ey Allah’ım! Beni bağışla.” [18] Burada da iddia ettikleri takdir geçerli değildir.
Kimi dil bilimciler, daha fazla saygı ve talepte ısrarı belirtmek için “Allahümme”nin sonuna mim’in eklendiğini söylemekte ve bu görüşlerini destekleyen çeşitli deliller ileri sürmektedirler. Ancak biz, konumuzun dışına çıkmamak için bu meseleyi uzmanlara bırakmayı, delillerini zikretmeden asıl konumuza devam etmeyi daha uygun buluyoruz.
Özetle mim harfi, her halükarda ve her ihtiyaç anında kendisiyle dua edilen, bütün isim ve sıfatları kapsayan “Allah” lafzına mübalağa ve tazim için eklenmiştir. Buna göre dua eden bir kimse “Allahümme innî es’elüke / Ey Allah’ım! Senden diliyorum” dediğinde sanki, “En güzel isim ve en üstün sıfatların sahibi olan Allah’a, isim ve sıfatlarıyla dua ediyorum” demiş olur. Buradaki mim, dua edenin Allah’a karşı duyduğu derin saygı ve talepteki ısrarını belirtmektedir.
Hz. Peygamber birçok duaya bu kelimeyle “Allahümme” ile başlamıştır. Bu dualardan sadece iki tanesini örnek vermekle yetineceğiz. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Bir kula bir hüzün, dert ve kaygı geldiğinde şöyle dua ederse Allah mutlaka onun hüzün, dert ve kaygısını giderir, yerine gönül ferahlığı getirir: “Ey Allah’ım! Şüphesiz ben senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum. Senin emrinin altındayım. Hakkımda verdiğin hüküm geçerlidir. Bu hükmün adildir. Senin kendini isimlendirdiğin veya kitabında indirip belirttiğin veya herhangi bir varlığa öğrettiğin veya kendi katında gayb âleminde tercih ettiğin her isimle senden diliyorum. Şu yüce Kur’an’ı kalbimin baharı ve gönlümün nuru yap. Onunla hüznümü yok et, dert ve kaygılarımı gider.” Bunun üzerine sahâbîler: “Ey Allah’ın Resûlü! Bunu başkalarına öğretelim mi?” dediler. Hz. Peygamber: “Evet, bunu işitenlerin başkalarına öğretmesi gerekir” buyurdular.[19]
Dua edenin isim ve sıfatlarıyla Allah’tan istekte bulunması daha güzeldir ve böyle dua etmesi teşvik edilir. Şu İsm-i azâm duasında olduğu gibi: “Ey Allah’ım! Hamd sanadır, senden başka ilâh yoktur. Sen şefkatli, merhametli ve cömertsin. Gökleri ve yeri yaratansın. Ey yücelik ve ikram sahibi! Ey Hay! Ey Kayyûm! Yalnız senden diliyorum.” [20]
kaynaklar
Allah adı, Kur’an-ı Kerim’de toplam 2697 kere geçer.
[2] A’raf, 180.
[3] İmam Gazâlî, “el-Maksadu’l-esnâ” s. 38 adlı eserinde der ki: “Kulun bu isimden alacağı ders, tıpkı Allah gibi hiç kimseye muhtaç olmamaktır. Yani kalbini bütünüyle Allah’a vermeli, güç ve kuvvetini O’ndan bilmeli, O’ndan başka hiçbir şeyi görmemeli, O’nun dışında bir şeye dönüp bakmamalıdır. Sadece O’ndan korkmalı ve yalnızca O’na ümit beslemelidir. Kul, nasıl böyle olmasın ki? Zira o, bu isimle gerçek varlığın sadece Allah olduğunu bilmekte, O’nun dışındaki bütün varlıkların yok olacağına inanmaktadır. İlk yok olacaklar arasında da kendisini görmektedir.”
[4] İbn Kayyim “Tarîku’l-hicreteyn”, s. 80.
[5] İbn Kesir “Allah” lafzını şöyle tefsir eder: “Allah, Yüce Yaratıcının özel ismidir. O’nun ism-i âzam (Allah’ın en büyük ism-i) olduğu söylenir. Çünkü bütün sıfatlarla sadece bu isim nitelenir. Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir (bütün mülkün sahibidir). Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir Cebbâr’dır Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koşmakta olduklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Azîz, Hakîm’dir.” Haşr, 23,24. Allah’ın dışında hiç kimse bu adla adlandırılamaz. Bkz. Tefsiru İbn kesir, 1/52.
[6] A’raf, 180.
[7] Ahzab, 43.
[8] Tevbe, 117.
[9] İbn Kayyim, “Medâricu’s-sâlikîn”, 1/32. İmam Gazâlî, “el-Maksad”, s. 37 adlı eserlerinde derler ki: “Bil ki, bu isim (Allah) doksan dokuz ismin en büyüğüdür. Çünkü bizzat zata delalet etmekte ve bütün ilâhî sıfat ve isimleri kapsamaktadır. Öyle ki hiçbir isim ve sıfat bu adın dışında değildir. İlim, kudret, fiil gibi diğer isimler sadece bir anlama işaret etmektedir. Bu ad, isimlerin en özelidir. Çünkü ne gerçek ne de mecazî anlamda hiç kimseye bu ad verilmez. Kâdîr, Alîm, Rahîm gibi diğer isimler başkalarına verilebilir. Belirttiğimiz bu iki nedenden dolayı “Allah” adı, bu isimlerin en büyüğü (ism-i âzam) olabilir.
[10] İbn Kesir, “Allah” kelimesinin kökeni konusunda tefsirinde (1/52-53) der ki: “Arap dilinde bu kelimenin türediği bir kök bilinmemektedir. Kurtubî bunu, aralarında Şafiî, el-Hattâbî, İmam el-Haremeyn, Gazâlî ve başkalarının da bulunduğu bir grup âlimden nakleder. el-Hattâbî der ki: “Yâ Allah” dediğini, “Ya er-Rahmân” demediğini fark edip, düşünmez misin? Eğer “Allah” lafzının başında bulunan “el” (Al…) belirlilik takısı kelimenin aslından olsaydı, başına ünlem bildiren “Yâ” sözcüğü gelmezdi. Tıpkı “Ya er-Rahmân” demeyip, “Yâ Rahmân” dediğimiz gibi. Kimi dil bilginleri de “Allah” kelimesinin türediğini söylemektedir. Bunlara göre “Allah” kelimesi şu kelimelerden türetilmiş olabilir:
a- “Elehe” kelimesinden. İbn Abbas’tan böyle bir görüş rivayet edilmiştir.
b- “İlâh” kelimesinden. “Fiâl” vezninde olduğu gibi. Başına gelen “el” takısı yüceltmek için getirilmiştir. Bu, el-Halil’in görüşüdür.
c- “el-ilâh” kelimesinden. Burada hemze hazfedildikten sonra birinci lâm ikincisine eklenmiştir.
d- “ve-le-he” kelimesinden. Bu kelime aklın baştan gitmesi ve şaşkınlık anlamına gelir. Yani Allah, sıfatlarının gerçek anlamları ile insanların akıllarını başlarından almış ve onları şaşkına çevirmiştir.
e- “elehtu ilâ fülan / onda huzur buldum” kelimesinden. Bu da er-Râzî’nin görüşüdür.
[11] İbn Kayyim, “es-Savâiku’l-mürsele”, s. 749.
[12] “Bedâiu’l-fevâid,” s. 19. “Allah” kelimesinin anlamı hakkında İbn Kesir, tefsirinde 1/53 er-Râzî’nin şu güzel sözünü nakleder: “Bil ki, bütün varlıklar iki kısma ayrılır: Marifet (bilgi) denizinin sahiline güvenle ulaşanlar ile bundan mahrum kalıp şaşkınlık karanlıklarında ve cehalet çöllerinde kalanlar. Bu kimseler sanki akıllarını ve ruhlarını kaybetmişlerdir. Bilgi denizinin sahiline güvenle varanlar ise, geniş aydınlık alana, yücelik ve ululuk sahasına ulaşmış kimselerdir. Burada diledikleri gibi özgürce ve her türlü korkudan uzak olarak rahatça dolaşırlar. Onlar buraya bilgi ve imanları ile ulaşmışlardır.”
[13] Fahrüddin Râzî der ki: “Bil ki, “Allah” adının Allah’ın diğer isimlerinde bulunmayan birçok özel anlamları vardır. Bu anlamlardan biri de, inkarcının inkardan kurtulup İslâm’a girdiğini belirten şehadet kelimesinde bulunur. Eğer inkarcı, “Eşhedu en la ilahe illallah” yerine “Eşhedu en lâ ilâhe illa’r-rahmân veya illa’r-rahîm veya ille’l-melik veya ille’l-kuddûs” derse inkardan kurtulup İslâm’a girmiş sayılmaz. Mutlaka “Eşhedu en lâ ilâhe illallah” demesi gerekir. Bu şekilde ancak küfürden kurtulup İslâm dinine girebilir. Bu da gösteriyor ki “Allah” lafzının özel bir anlamı vardır. Doğruya ileten yalnızca Allah’tır.” Tefsir-Fahru’r-râzî”, 1/209.
[14] el-Heysemî, “el-Mecma’”, 10/183; Taberânî, “el-Evsat” ve “es-Sağîr”de bu anlamda bir hadis nakleder ve: “Ravilerden tanımadıklarım vardır” der. Bu yüzden hadis, zayıf kabul edilir.
[15] Tirmizî, 3495; Ebû Davud, 5069.
[16] Âl-i İmrân, 26.
[17] Zümer, 46.
[18] Buhârî, 817; Müslim, 484.
[19] Sahih bir hadistir. Bkz. Ahmed, “el-Müsned”, 1/391, 452; el-Elbânî, “es-Silsiletu’s-sahîha”, 199.
[20] Sahih bir hadistir. Bkz. Hâkim, “el-Müstedrek”, 1/503-504; ez-Zehebî, “Celâü’l-efhâm”, s. 109.
Konular:
Esma-ül Hüsna
