Allah İsminin Anlamı, Faziletleri ve Sırları | Benim Duâm var 🤲🏻

Allah İsminin Anlamı, Faziletleri ve Sırları



Allah İsminin Anlamı, Faziletleri ve Sırları

Allah[1] adı, Yüce Yaratıcı’nın diğer bütün isimlerini kapsar. Bu yüzden el-Esmau’l-hüsnâ olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu ada dayandırılır. Bu ne­denle “Rahmân, Rahîm, Azîz, Gaffâr, Kahhâr Allah’ın adların­dandır deriz.” Ama “Allah, Rahmân’ın adlarındandır” demeyiz. Yüce Allah şöyle buyurur: “En güzel isimler Allah’ındır.” [2]


Kur’an ve hadislerde geçen veya geçmeyen bütün güzel isim ve sıfatlar Al­lah’a izafe edilir. “Allah” lafzı, Yaratıcı’nın bütün isim ve sıfatlarını içinde topla­yan bir isimdir. Kalbi, bu ismi hakkıyla bilecek genişlikte olan ve kulluk görevlerini tam bir saygı ve içtenlikle yerine getirerek, sevginin zirvesi sayılan kulluk hakkını veren kimse, hiçbir insana muhtaç olmaz; insanların en zen­gin­leri arasında yer alır.[3] Lisan-ı hâli ile şairin söylediği şu dizeleri söyler:

Hiçbir malım olmadan bütün insanlardan zengin oldum

Zira en üstün zenginlik, mal ile değil ondan uzak durmakladır.

Muhtaç olmamak her ne kadar büyük öneme sahip olsa da beraberinde bü­yük tehlikeler de taşımaktadır. Bu tehlikelerin başında, muhtaç olmadığını düşünerek büyüklenmek ve haddini aşmak gelmektedir. Birçok ülke ve zen­gin kimse bu yüzden zenginliklerini kaybetmiş ve yıkılarak yok olmuşlardır. Böy­lece onlar gerçek zenginliğe değil sadece gölgesine sahip olmuşlardır. Zengin­lik onlara, uykuda görülen ve uyanınca kaybolan anlık bir rüya gibi gelmiş­tir.[4]

“Allah” Adının Bütün İsim ve Sıfatları Kapsaması


“Allah” adı bütün güzel isimleri ve üstün sıfatları içine alır. Bu ad, Yüce Yara­tıcının zâtî, sübûtî, fiilî bütün sıfatlarına delalet eder.[5]

Allah’ın zâtî sıfatları, kemâl sıfatlarıdır. Herhangi bir eksiklik ve kusuru yok­tur. Hiçbir varlığa benzemez. Allah’ın diğer isim ve sıfatları bu yüce ada izafe edilir. Âyette belirtildiği gibi “En güzel isimler Allah’ındır.” [6] Rahmân, Ra­hîm, Kuddûs, Selâm, Azîz, Hakîm, Allah’ın adlarındandır deriz. Ama “Al­lah”, ne Rahmân’ın ne de Azîz’in veya bir başkasının isimlerindendir deme­yiz.

Bu da gösteriyor ki, “Allah” adı el-Esmâ-ü’l hüsnânın bütün anlamlarını özetle içine almaktadır. Diğer ilâhî isim ve sıfatlar bu adın ayrıntıları ve açık­lamala­rıdır. Bu, “Allah” adının tapınılan ve kulluk edilen olduğunu gösterir. Bü­tün varlıklar O’na sevgi, saygı, ümit ve korku ile tapmaktadır. İhtiyaç ve fela­ket anlarında O’na yönelmekte, O’ndan kurtuluş beklemektedirler.

Bu durum O’nun iktidarını, ilâhlık ve merhametini gerekli kılmaktadır. Al­lah’ın ilahlığı, Rabliği, merhametliliği ve iktidarı bütün kemâl sıfatların varlı­ğını zorunlu kılmaktadır. Çünkü diri ve canlı olmayan (Hay), işitmeyen, görme­yen, gücü yetmeyen, konuşmayan, dilediğini yapamayan, ne yaptığını ve nasıl yapması gerektiğini bilmeyen bir kimsede kemâl sıfatlarının bulun­ması mümkün değildir. Yüce ve güzel (celâl ve cemâl) sıfatların hepsi “Allah” ismine has sıfatlardır.

Fiilî ve kudret sıfatları, fayda veya zarar verme, bol veya az verme, dile­ğini gerçekleştirme, güçlü olma ve varlıkları yönetme ise “Rab” ismine has sıfatlar­dır.

İhsan sıfatları, iyilik, cömertlik, sevgi ve şefkat, merhamet ve lütuf, yumu­şak­lık gibi sıfatlar da “Rahmân” ismine has sıfatlardır.

Rahmân adının özelliği merhamet/esirgemedir. Rahîm ise kullarına mer­ha­met eden, onları esirgeyendir. Bu yüzden Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyu­rur: “O, mü’minleri çok esirgeyicidir.” [7], “O, onlara (karşı) çok şefkatli­dir, çok esirgeyicidir.” [8] Âyetlerin orijinalinde, daha geniş anlamlı ve nitele­nen bütün sıfatları kendinde toplayan “Rahmân” kelimesi yerine “Rahîm” keli­mesi geçmektedir. Çünkü Rahîm, Rahmân’dan daha öte ve özel bir an­lam ifade etmektedir.[9]

 

“Allah” Kelimesinin Kökeni


“Allah” kelimesinin kökeni ve hangi kelimeden türediği konusunda dil bilgin­leri büyük bir ayrılığa düşmüşlerdir. Bu kelime türetilmiş midir? Türemiş ise “elehe”den mi, “ve-le-he”den mi yoksa “lâ-he”den mi türetil­miştir?[10]

Dil bilginleri bu konuyu tartışa dursunlar, yeryüzünde bulunan herkes, âlim-cahil, kelimelerin kökenini ve türevlerini bilen-bilmeyen, Arap olan-ol­ma­yan herkes, “Allah” adının âlemlerin Rabb’i, gökleri ve yeri yaratan, yaşa­tan ve öldüren, her şeyin Rabb’i ve yöneticisi olan gerçek varlığın adı oldu­ğunu bilmektedir. İnsanlar “Allah” adı ile, yukarıda saydığımız bütün bu an­lamla­rın kastedildiğini bilmekte ve bunda herhangi bir ayrılığa düşmemekte­dir­ler. İnsanlar tarafından bu ad, diğer bütün adlardan daha fazla tanınmak­ta­dır. Dil bilginleri de kelimenin kökeni konusunda ayrılığa düşmekte ancak an­lamı konusunda herhangi bir ayrılığa düşmemektedirler. “Allah” lafzının aynı anlama delalet ettiği konusunda görüş birliği içindedirler. Tartışma, ke­lime­nin nereden türediği ve lafzın manaya delaleti konusundadır. Bu konu­daki tartışmanın, kelimenin anlamı üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamakta­dır.[11]

 

“Allah” Adı Türememiştir; Türediğini İddia Etmenin Amacı Nedir?


es-Süheylî ve hocası Ebû Bekir b. el-Arabî, “Allah” adının herhangi bir kök kelimeden türemediğini iddia eder ve derler ki: “Türemek, kendisinden türeti­len bir maddenin var olmasını gerektirir. Halbuki “Allah” adı kadîm (önce­siz) dir. Öncesiz olanın da türetilecek bir maddesi yoktur. Böylece tü­reme imkan­sız olmaktadır.”

Eğer türeme ile bu anlam kastedilmekte ve onun başka bir asıldan geldiği id­dia edilmekte ise, kuşkusuz bu iddia geçersizdir. Ancak “Allah” lafzının tü­redi­ğini iddia edenler böyle bir anlamı kastetmedikleri gibi bunu ima bile etme­mektedirler. Bu adın Alîm, Kâdir, Ğafûr, Rahîm, Semî’, Basîr gibi esmâ-i hüsnâda geçen diğer adlar gibi Allah’ın ilahlık sıfatına delalet ettiğini söylemekte­dirler. Bu isimlerin de bir kök kelimeden türedikleri, kadîm (önce­siz) oldukları ve bir asıl maddelerinin olmadığı kuşkusuzdur. Peki, bu isimlere ne cevap vereceksiniz? “Allah” adının türediğini iddia edenlerin es-Süheylî ve ho­casına verdikleri cevap işte budur.

Sonuç olarak; türemekten kastımız lafzın kök kelimeden gelen ana kaynağı­dır. Bölümlerin asıllardan türediği gibi anlamın da bu kök kelimeden türediği kastedilmemektedir. Dilbilimcilerin kök ve türetilen kelimeyi asıl ve ikin­cil olarak adlandırması, birinin diğerinden türemesi anlamında değil; sa­dece birinin diğerinin anlamını ve daha fazlasını kapsaması itibariyle böyle adlan­dırmışlardır.

Dolaysıyla buradaki türeme maddî anlamda bir türeme değil, zorunlu an­lamda bir türemedir. Kapsayan (Allah), türetilen; kapsanılan ise (daha önce belirt­tiğimiz kök kelimeler) kendisinden türetilen olarak isimlendirilmiş­tir. Bu anlamda Allah’ın isimlerinin kök kelimelerden türetilmesinde bir sa­kınca yok­tur.[12]

“Allahümme” Kelimesinin Anlamı


“Allahümme” kelimesinin “Ya Allah / Ey Allah’ım” anlamında olduğu ko­nu­sunda herhangi bir ihtilaf yoktur.[13] Bu yüzden istek dışında bir yerde kulla­nılmaz. “Allahümme Ğafûrun Rahîm” denmez; İğfir-lî ver-hamnî” denir. Dilbi­limciler “Allahümme” kelimesinin sonundaki şeddeli mim konusunda ihti­laf etmişlerdir. Ünlü dilbilimci Sîbeveyh, bu mim’in başa gelmesi gereken “Ya” ünlem işareti yerine geldiğini söyler. Bu yüzden O’na göre her iki harfin (Ya ve Mim) bir kelimede yan yana gelmesi caiz değildir. O’na göre “Yâ Allahümme” denilmez. Eğer gelirse de bu istisna bir durum sayılır. Yine O’na göre “Allahümme” kelimesi nitelenemez. Yani “Ya Allahümme’r-Rahîm” denil­mez; “Allahümme’r-hamnî” denilir.

el-Ferrâ gibi bazı dilbilimciler de kelimenin sonundaki mim’in hazfedilen bir cümlenin yerine geldiğini söyler. O’na göre “Yâ” ünlem harfi, “Allahümme”nin başına gelebilir ve “Ya Allahümme” denilebilir.

Basralı Dilbilimcilerin Cevabı

Basralı dilbilimciler bu iddialara birçok yönden cevap vermişlerdir. İşte ce­vapları:

1- Öncelikle bu değerlendirmelerin herhangi bir dayanağı ve delili yok­tur. Delil olmadan bu tür iddialar ileri sürülemez. Burada aynı zamanda kı­yasa da yer yoktur.
2- Dil kurallarında asıl olan, hazfın olmamasıdır. Bu kelimede birçok hazfedi­len kelime veya cümlenin var olduğunu iddia etmek asıl kurala aykırı­dır.
3- Eğer iddia doğru kabul edilirse, bu kelimeyle dua eden, dua yerine kendi­sine veya başkasına beddua etmiş olabilir. Bu yüzden kelimede gizli tak­dir olduğunu söylemek doğru değildir.
4- Araplar arasında yaygın olan doğru kullanım, “Yâ” ünlem harfi ile “Allahümme” kelimesinin birarada kullanılmamasıdır. Eğer kelimenin aslı, el-Ferrâ’nın iddia ettiği gibi ise ikisinin bir arada kullanılmasında bir mani yok­tur. Hatta böyle kullanılması daha doğru olur. Ancak gerçek böyle değil­dir.
5- Dua edenin “Allahümme emmenâ bihayr / Allah’ım! Bizi hayırda ön­der kıl.” demesinde bir mani yoktur. Eğer takdir onların iddia ettiği gibi ol­saydı, böyle dua edilmesi caiz olmazdı. Çünkü bu durumda bedel ve yerine ge­len kelime bir arada bulunmaktadır. Dil kurallarına göre bu caiz değildir.   
6- Bu isimle dua edenin aklına böyle şeyler gelmez. Çünkü dikkatini ta­ma­mıyla Allah’ın adından sonra istediği şeylere verir.
7- Eğer “Allahümme”nin takdiri söylendiği gibi olsaydı o zaman “Allahümme” tam bir cümle olur ve üzerinde durulduğunda bir anlam ifade ederdi. Zira bu durumda çağırılanın adı ve talep fiilini içermektedir. Oysa ger­çek böyle değildir.
8- Eğer belirtilen takdir doğru olsaydı, sadece emir fiilin yazılması yeterli olur ve çağırılanın adına gerek kalmazdı. Tıpkı “Ya Allahu kıh/Ey Allah’ım! Koru”, “Ya Zeydu îh/Ey Zeyd! Anla”, “Ya Amru fîh/Ey Amr! Konuş” denil­diği gibi. Burada fiil, kendisinden önceki isme bitiştirilmediği için yazıda tek bir kelime olarak yazılmamıştır. “Allahümme”nin sonundaki mim’in Allah is­mine bitiştirilmesi, onun bağımsız bir fiil olmadığını göstermektedir.
9- Dua ederken kulun “Allahümme emmenî bi kezâ/Ey Allah’ım bana şun­larla yönel” demesi güzel değildir. Çünkü bu hem lafzen hem de mana ola­rak pek hoş karşılanmaz. Sık unutan veya kelimeleri karıştıran kimseler an­cak böyle diyebilirler. Oysa sadece iradesiyle iş yapan, asla şaşırmayan ve unut­mayan kimseye “Bana şunlarla yönel” denmez.
10- “Allahümme” kelimesinin, kendisinden sonra dua ve talebin olmaya­cağı yerlerde kullanılması daha güzeldir. Hz. Peygamber’in şu duasında ol­duğu gibi: “Ey Allah’ım! Sana hamd olsun. Yalnız sana şikayet yapılır. Sen yar­dım edensin, yalnız senden yardım dilenir. Yalnız sana güvenilip dayanı­lır. Senden başka hiçbir güç ve kuvvet sahibi yoktur.” [14] Hz. Peygamber, bir başka yerde ise şöyle dua eder:
“Ey Allah’ım! Seni, arşını taşıyanları, melekleri ve bütün yaratıklarını şa­hit tutarak sabahladım. Sen gerçekten Allahsın. Senden başka hiçbir ilâh yok­tur. Sen teksin, ortağın yoktur. Muhammed de senin kulun ve elçindir.” [15]
Kur’an’da da bu kelimeden sonra talep gelmemiştir. İşte buna örnek; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve diledi­ğin­den mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır se­nin elindedir. Gerçekten sen, her şeye güç yetirensin.” [16]
“De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşehade edileni bilen Al­lah’ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vere­ceksin.” [17]
Hz. Peygamber’in rükû ve secdede söylediği şu duada da “Allahümme” ke­li­mesinden sonra talep zikredilmemiştir: “Sen ne yücesin! Ey Allah’ım! Ey Rabb’imiz! Sana hamd olsun. Ey Allah’ım! Beni bağışla.” [18] Burada da iddia ettikleri takdir geçerli değildir.
Kimi dil bilimciler, daha fazla saygı ve talepte ısrarı belirtmek için “Allahümme”nin sonuna mim’in eklendiğini söylemekte ve bu görüşlerini destek­leyen çeşitli deliller ileri sürmektedirler. Ancak biz, konumuzun dışına çık­mamak için bu meseleyi uzmanlara bırakmayı, delillerini zikretmeden asıl konumuza devam etmeyi daha uygun buluyoruz.
Özetle mim harfi, her halükarda ve her ihtiyaç anında kendisiyle dua edi­len, bütün isim ve sıfatları kapsayan “Allah” lafzına mübalağa ve tazim için ek­lenmiştir. Buna göre dua eden bir kimse “Allahümme innî es’elüke / Ey Al­lah’ım! Senden diliyorum” dediğinde sanki, “En güzel isim ve en üstün sıfatla­rın sahibi olan Allah’a, isim ve sıfatlarıyla dua ediyorum” demiş olur. Bu­ra­daki mim, dua edenin Allah’a karşı duyduğu derin saygı ve talepteki ısra­rını belirtmektedir.
Hz. Peygamber birçok duaya bu kelimeyle “Allahümme” ile başlamıştır. Bu dualardan sadece iki tanesini örnek vermekle yetineceğiz. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Bir kula bir hüzün, dert ve kaygı geldiğinde şöyle dua ederse Allah mutlaka onun hüzün, dert ve kaygısını giderir, yerine gönül fe­rah­lığı getirir: “Ey Allah’ım! Şüphesiz ben senin kulunum, erkek ve kadın kulları­nın oğluyum. Senin emrinin altındayım. Hakkımda verdiğin hüküm geçerli­dir. Bu hükmün adildir. Senin kendini isimlendirdiğin veya kitabında indi­rip belirttiğin veya herhangi bir varlığa öğrettiğin veya kendi katında gayb âleminde tercih ettiğin her isimle senden diliyorum. Şu yüce Kur’an’ı kalbi­min baharı ve gönlümün nuru yap. Onunla hüznümü yok et, dert ve kaygıla­rımı gider.” Bunun üzerine sahâbîler: “Ey Allah’ın Resûlü! Bunu başkalarına öğre­telim mi?” dediler. Hz. Peygamber: “Evet, bunu işitenlerin başkalarına öğret­mesi gerekir” buyurdular.[19]
Dua edenin isim ve sıfatlarıyla Allah’tan istekte bulunması daha güzeldir ve böyle dua etmesi teşvik edilir. Şu İsm-i azâm duasında olduğu gibi: “Ey Al­lah’ım! Hamd sanadır, senden başka ilâh yoktur. Sen şefkatli, merhametli ve cömertsin. Gökleri ve yeri yaratansın. Ey yücelik ve ikram sahibi! Ey Hay! Ey Kayyûm! Yalnız senden diliyorum.” [20]


kaynaklar 
 Allah adı, Kur’an-ı Kerim’de toplam 2697 kere geçer. 

[2] A’raf, 180.

[3] İmam Gazâlî, “el-Maksadu’l-esnâ” s. 38 adlı eserinde der ki: “Kulun bu isimden alacağı ders, tıpkı Allah gibi hiç kimseye muhtaç olmamaktır. Yani kalbini bütünüyle Allah’a vermeli, güç ve kuvvetini O’ndan bilmeli, O’ndan başka hiçbir şeyi görmemeli, O’nun dışında bir şeye dönüp bakmamalıdır. Sadece O’ndan korkmalı ve yalnızca O’na ümit beslemelidir. Kul, nasıl böyle olmasın ki? Zira o, bu isimle gerçek varlığın sadece Allah olduğunu bilmekte, O’nun dışındaki bütün varlıkların yok olacağına inanmaktadır. İlk yok olacaklar arasında da kendisini görmektedir.”

[4] İbn Kayyim “Tarîku’l-hicreteyn”, s. 80.

[5] İbn Kesir “Allah” lafzını şöyle tefsir eder: “Allah, Yüce Yaratıcının özel ismidir. O’nun ism-i âzam (Allah’ın en büyük ism-i) olduğu söylenir. Çünkü bütün sıfatlarla sadece bu isim nitelenir. Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir (bütün mülkün sahibidir). Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir Cebbâr’dır Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koşmakta olduklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Azîz, Hakîm’dir.” Haşr, 23,24. Allah’ın dışında hiç kimse bu adla adlandırılamaz. Bkz. Tefsiru İbn kesir, 1/52.

[6] A’raf, 180.

[7] Ahzab, 43.

[8] Tevbe, 117.

[9] İbn Kayyim, “Medâricu’s-sâlikîn”, 1/32. İmam Gazâlî, “el-Maksad”, s. 37 adlı eserlerinde derler ki: “Bil ki, bu isim (Allah) doksan dokuz ismin en büyüğüdür. Çünkü bizzat zata delalet etmekte ve bütün ilâhî sıfat ve isimleri kapsamaktadır. Öyle ki hiçbir isim ve sıfat bu adın dışında değildir. İlim, kudret, fiil gibi diğer isimler sadece bir anlama işaret etmektedir. Bu ad, isimlerin en özelidir. Çünkü ne gerçek ne de mecazî anlamda hiç kimseye bu ad verilmez. Kâdîr, Alîm, Rahîm gibi diğer isimler başkalarına verilebilir. Belirttiğimiz bu iki nedenden dolayı “Allah” adı, bu isimlerin en büyüğü (ism-i âzam) olabilir.

[10] İbn Kesir, “Allah” kelimesinin kökeni konusunda tefsirinde (1/52-53) der ki: “Arap dilinde bu kelimenin türediği bir kök bilinmemektedir. Kurtubî bunu, aralarında Şafiî, el-Hattâbî, İmam el-Haremeyn, Gazâlî ve başkalarının da bulunduğu bir grup âlimden nakleder. el-Hattâbî der ki: “Yâ Allah” dediğini, “Ya er-Rahmân” demediğini fark edip, düşünmez misin? Eğer “Allah” lafzının başında bulunan “el” (Al…) belirlilik takısı kelimenin aslından olsaydı, başına ünlem bildiren “Yâ” sözcüğü gelmezdi. Tıpkı “Ya er-Rahmân” demeyip, “Yâ Rahmân” dediğimiz gibi. Kimi dil bilginleri de “Allah” kelimesinin türediğini söylemektedir. Bunlara göre “Allah” kelimesi şu kelimelerden türetilmiş olabilir:

a- “Elehe” kelimesinden. İbn Abbas’tan böyle bir görüş rivayet edilmiştir. 

b- “İlâh” kelimesinden. “Fiâl” vezninde olduğu gibi. Başına gelen “el” takısı yüceltmek için getirilmiştir. Bu, el-Halil’in görüşüdür.

c- “el-ilâh” kelimesinden. Burada hemze hazfedildikten sonra birinci lâm ikincisine eklenmiştir.

d- “ve-le-he” kelimesinden. Bu kelime aklın baştan gitmesi ve şaşkınlık anlamına gelir. Yani Allah, sıfatlarının gerçek anlamları ile insanların akıllarını başlarından almış ve onları şaşkına çevirmiştir.

e- “elehtu ilâ fülan / onda huzur buldum” kelimesinden. Bu da er-Râzî’nin görüşüdür.

[11] İbn Kayyim, “es-Savâiku’l-mürsele”, s. 749.

[12] “Bedâiu’l-fevâid,” s. 19. “Allah” kelimesinin anlamı hakkında İbn Kesir, tefsirinde 1/53 er-Râzî’nin şu güzel sözünü nakleder: “Bil ki, bütün varlıklar iki kısma ayrılır: Marifet (bilgi) denizinin sahiline güvenle ulaşanlar ile bundan mahrum kalıp şaşkınlık karanlıklarında ve cehalet çöllerinde kalanlar. Bu kimseler sanki akıllarını ve ruhlarını kaybetmişlerdir. Bilgi denizinin sahiline güvenle varanlar ise, geniş aydınlık alana, yücelik ve ululuk sahasına ulaşmış kimselerdir. Burada diledikleri gibi özgürce ve her türlü korkudan uzak olarak rahatça dolaşırlar. Onlar buraya bilgi ve imanları ile ulaşmışlardır.”

[13] Fahrüddin Râzî der ki: “Bil ki, “Allah” adının Allah’ın diğer isimlerinde bulunmayan birçok özel anlamları vardır. Bu anlamlardan biri de, inkarcının inkardan kurtulup İslâm’a girdiğini belirten şehadet kelimesinde bulunur. Eğer inkarcı, “Eşhedu en la ilahe illallah” yerine “Eşhedu en lâ ilâhe illa’r-rahmân veya illa’r-rahîm veya ille’l-melik veya ille’l-kuddûs” derse inkardan kurtulup İslâm’a girmiş sayılmaz. Mutlaka “Eşhedu en lâ ilâhe illallah” demesi gerekir. Bu şekilde ancak küfürden kurtulup İslâm dinine girebilir. Bu da gösteriyor ki “Allah” lafzının özel bir anlamı vardır. Doğruya ileten yalnızca Allah’tır.” Tefsir-Fahru’r-râzî”, 1/209.

[14] el-Heysemî, “el-Mecma’”, 10/183; Taberânî, “el-Evsat” ve “es-Sağîr”de bu anlamda bir hadis nakleder ve: “Ravilerden tanımadıklarım vardır” der. Bu yüzden hadis, zayıf kabul edilir.

[15] Tirmizî, 3495; Ebû Davud, 5069.

[16] Âl-i İmrân, 26.

[17] Zümer, 46.

[18] Buhârî, 817; Müslim, 484.

[19] Sahih bir hadistir. Bkz. Ahmed, “el-Müsned”, 1/391, 452; el-Elbânî, “es-Silsiletu’s-sahîha”, 199.

[20] Sahih bir hadistir. Bkz. Hâkim, “el-Müstedrek”, 1/503-504; ez-Zehebî, “Celâü’l-efhâm”, s. 109.




Yorum Gönder

Benim Duâm Var 🤲🏻
Yorum yazarak topluluk kurallarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Benim Duam Var hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Daha yeni Daha eski